Liberal Konsey

10.26.2005

Mokoko süreçleri ve yeni bir model olarak "dernek toplumu"

Uzun bir süredir tartışıyoruz, konu dönüp dolaşıp bana geldiği için bazen cevap niyetine yazdıklarım da kendimi savunma üslubu içerebiliyor. Bu aslında tercih etmediğim bir durum, o yüzden bu yazıda neden “liberal demokrat” olduğumu iddia eden kişinin kafasındaki anlamıyla bir “liberal demokrat” olmadığımı anlatmakla yetineceğim. Bu yazıdaki eleştirilerden üstüne alınması gereken başlıca kişi Etyen Mahçupyan’dır, ki fare dağa küsmüş, dağın haberi olmamış, gibi bir durum bu; ama neyse. Veya liberalizmin bir meta ideoloji olarak diğer ideolojilerden daha üstün olduğu iddiasını seslendiren varsa ona da hitap edecektir umarım.
Dünya’yı Sanskritçe bilenler ve bilmeyenler olarak ikiye ayırabiliriz, ya da Tolkien okumuşlar ve okumamışlar olarak. Bunlar nesnel birer ayırımdır. Ama Tolkien okumak insanlar arasında en büyük ayırım değildir, ve dünya Tolkien okurları ve karşıtları arasındaki bir savaş etrafında dönmemektedir. Gene de bunu iddia eden bir Tolkien fanı varsa yaptığı şey kendi kriterini bir insanlık kriteri haline getirerek nesnel olmayan bir iddia-bir ideoloji üretmektir. Çünkü milyarlarca insan Tolkien’in adını bile bilmemektedir.
Diğer bir deyişle ideolojik insan, dışındaki dünyanın tümünü sadece kendisinin özel önem verdiği bir kritere dayalı olarak ikiye ayırma imkanını gören insandır, yani kendi gerçekliğini evrensel bir gerçek farzeder ve bu da onun dünyayı kendi bulunduğu tarafa göre yanalar-karşılar diye ikiye ayırmasına yol açar. Bu yaklaşımın pratik sonucu ideolog liberallerin faşizm, komünizm vs arasında, ideolog solcuların da dindarlık ve kapitalizm arasında paralellikler görmesidir. Oysa mesela faşizm ve komünizmin her ikisinin de liberalizme göre devletçi oldukları nesnel bir tespitse bile dünyayı açıklayan tek eksenin devlet-piyasa ayırımı olduğu aynı derecede nesnel bir tespit değildir, fakat ideolog liberalin tali saydığı ihtilaf sebepleri gerçekte faşist ve sosyalistlere göre büyük önem taşır ve aralarındaki mücadele ideolog liberali, durumu açıklamak için geçici hipotezler aramaya yöneltir. (Bana “Sen hem Müslümansın, hem nasıl şöyle dersin, böyle dersin” gibi, şu andan tahmin edemediğim, bir eleştiri gelmemesi için dini konuda da bir açıklama getireyim. Benzer bir durum din için de söz konusudur, ve bir dinin inananları da dünyayı inananlar-inanmayanlar diye algılarlar. Ama din fiziksel bir kanıt ortaya koyma, ya da bilimden türetilme iddiasında değildir, ve sahip olmadığı bir “kabullenilme zorunluluğu” öne sürmez, tersine eldeki verilerin nesnel olmadığı, zaten olgunun kendisinin “inanıp inanmamaya” dayandığı açıktır. Bundan ötürü din (öncelikle İslam) ne ona inanan, ne de inanmayan birisi tarafından, sunduğu verifikasyon imkanları itibariyle “yanıltıcı” olarak nitelendirilemez ve ideolojiden farklıdır.)
İdeolojik dünya algisina örnekler bol: Milliyetçiler, “Bunlar Türk, bunlar değil, özümüze dönünce yükselecegiz.” der. Faşistler, “Bunlar devlet yanlısı, bunlar karşıtı, herkes bi sussun, başımızdakinin dediğini yapınca ileri gideceğiz.” der. Solcular, “Bunlar eziyor, bunlar da eziliyor” der. Liberaller “Bunlar kolektivist, bunlar da bireyci” der. Modernistler “Bunlar gerici, bunlar da ilerici” der. Farklılıklar nesnel olabilir dedigim gibi, ama farklılıklara keyfi ve aşırı bir önem atfederek bu ayırımları tek ayırım haline getirip nesnellikten uzaklaştırmaktır bir söylemi ideolojik yapan.
Şimdi bir Temel fıkrası anlatayım: Temel bir gün Dursun’a demiş ki: “İnsanlar üçe ayrılır, sayı saymasını bilenler ve bilmeyenler.”
İşin Temel fıkrası boyutu şu ki bazen bazılarımız bir kademe daha yukarıdan bakmayı deniyorlar, bir üst soyutlama, bir üst kavramlaştırma, dışarıdan bir başka bakış, her ne derseniz deyin; ve ideoloji ötesi bir şeyler söylüyorum edasiyla şöyle bir şeyler yaziyorlar:

----------------------
Liberaller ve sosyalistler günümüz koşullarında demokrat olmayan bir zihniyeti temsil ederler ve ikili algılara dayalı olarak karşıtlarını üreten ve besleyen ideolojilerin mensuplarıdırlar. Gerçeklik tekeli iddia eden ve modern zihniyetin ürünü olan tüm bu düşünce sistemleri topluma kabullenilmemiş tekil bir algılama tarzını dayatırlar, bu haliyle de “otoriter” bir zihniyetin ürünleridirler. Oysa dünyanın evrildiği yeni durumda “otoriter” bir zihniyetin ürünleri olan liberalizm ve sosyalizm gibi ideolojilerin yerini, katılıma ve tartışmaya dayalı bir demokrasi anlayışı aldı, artık kimsenin gerçekliği mutlak değil ve gerçeklik ancak kamusal bir tartışma ve paylaşım yoluyla sürekli olarak yeniden üretilebilir. İşte bu yeni anlayışın adı demokratlıktır. (bu bir alıntı değildir.)
------------------------

Kimileri bu tip sözlerin altındaki ideolojik bakışı fark edemeyebilir. Gerçekten bu görüş sadece “ideolojik bakışı” örneklemek amacıyla sosyalizm ve liberalizm arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor olsaydı bizzat kendisine “ideolojik” demek mümkün olmayabilirdi. Fakat görüldüğü gibi bununla kalmıyor, ikisini “otoriter” adını verdiği özel bir terimle tamamen aynılaştırıp aralarındaki devasa ayırımları hiçe sayıyor; aynılaştırdığı, bir anlamda sentezlediği bu görüşlerin karşısına taraf olmamız gereken bir başka düşünce koyuyor. Bu ayırımı bu şekilde yapmayanların gerçekliği olan haliyle anlayamayacakları gibi aşırı önem atfedici bir önermeden hareketle bizden taraf olmamızı bekliyor. Diğer bir deyişle bu paragraf, tamamıyla ideolojik ve püriten bir bakış açısını yansıtmakta, tüm insanların değil özel bir birey tipinin özel önem verdiği bir algı çerçevesinde bir dünya tanımlamaktadır. (Sık sık Etyen Mahçupyan tarafından dile getirilen bu ideolojinin ütopyası, liberal bir dünya düzeni olarak bir “açık toplum” değildir. Çünkü Mahçupyan “açık toplum” olgusunu ne şekilde yetersiz gördüğünü açıklamaktadır, bu dünya nasıl bir şeyse çok daha fazla tartışma ve katılım içerecektir. Mesela gene bir çok liberalin pek onaylamayacağı, Mahçupyan’ın kendi örneklerinden birinde dendiği haliyle bu bağlamda, devletin ABD’de eyaletin haritalariyla oynayip zenci bir senatör çıkacak bir demografik dagilim cikarmasi, cikarmamasina göre daha adil bir davranistir.)
Peki bu yukarıdaki ideolojik bakışın farkı nedir de buradaki ideoloji bazen algılanamamakta, mesela liberalizmin “püriten” savunmalarını hemen sezebilen kişilere bile bu bakış sanki “ideolojilere mesafeli” ve “nesnel” görünmeyi başarabilmektedir? Bunun benim çözebildiğim iki sebebi var.

1.Yeni olması. Liberal ve sosyalist bakışların güncelliklerini kaybettikleri bir dünyada ortaya çıkması. Bu dönemde ortaya çıkmış diğer düşünceler gibi bunun da kendisini bilindik “ideolojilere” olan bir aşmışlık görüntüsü ile sunmakta oluşu.
2. Birincil derece bir siyasal sorunu (eğitimin özel ellerde olup olmaması gibi) değil, ondan bir üst seviyede soyutlanmış ikincil derece bir siyasal sorunu konu edinmektedir. Bu bir üst perdedeki siyasal sorun, “siyasal bir özne kimliğini kabullenmeyen bireylerin varligi”dır ve bu ideoloji “siyasallaşmış bireyin” ihtiyaç duyduğu “politize toplumsal düzenin” savunusudur. Dolayısıyla bu, kendi temel politik sorunlarının mevcut tartışma sahasında hiç ya da istenilen düzeyde gündeme gelmediğini “gözlemlemiş” bir politize bireyin, durumu tersine çevirebilmek için sahayı büyütme, her konuyu önce kamusalın, sonra siyasalın sonra da tartışılan alanın içine sokma girişimidir ve mevcut haliyle cari tartışmaların taraflarının veya siyasete ilgisiz kişilerin değil, sadece ifade edilmesi normalin oldukça dışında bir siyasal anlayışı kendi kimliği haline getirmiş politize kişilerin önceliğidir.
Üstelik bu da bir ideoloji olarak, diğer ideolojiler gibi, kendi gerçekliğini mutlak gerçek ve doğru biçiminde “dayatmak” arzusundadır, nitekim hem Mahçupyan’da, hem de Mahçupyan’ın ithalatçılığını –neolojisini diyerek bu ideolojiye yönelik suçlamalardan kurtulmaya çabalamayalım please- yaptığı “ideolojinin” kendisine ilişkin metinlerde “siyasal sorunlara sırtını dönen birey” diye bir kavramın olamayacağını, istemeseler de her bireyin siyasal sorunlara ve kamusal tartışmalara katılma ve “yüzleşme” zorunluluğu ile karşı karşıya bulunduğu, aksi halde demokrat olunamayacağı gibi noktalarla ve ifadelerle karşılaşıyoruz. Diğer bir deyişle bu nasıl bir çözüm metoduysa bizleri tarafı olmak istemediğimiz tartışmalara sürükleyen ve bunu da arzumuz hilafına bir haklılık iddiasıyla yapan bir tutum.
Şimdi sorun şu ki benim Alper Ecer olarak haklarım var ve eşcinsele ev kiralamama konusundaki hakkımla ilgili herhangi bir tartışma maliyetine ve riskine girmek istemeyebilirim, aslında “haklar vardır” cümlesi yardımıyla çözülebilecek olduğu halde tartışmaya girmemin de zımnen ”kamuoyunca onaylanmayan haklar varsalar da aslında “yokturlar”” noktasını kabullenmemi gerektirmesinden rahatsız olabilirim. Bu bağlamda duyarsız olmak da bir özgürlüktür ve bu konuda “deliberated” edilmek istemeyebilirim. Bu yüzden bu görüş en az püriten bir liberteryenizm kadar ideolojiktir, ve beni bulunduğum entelektüel pozisyondan kıpırtdatmak için yeterli değildir.
Zaten bu görüşe karşı olmak demokrasi karşıtı olmayı gerektirmez. Demokrat olmak için halk iradesine inanmak yeterlidir ve bunun ötesindeki her demokrasi tanımı kavramı sepetleştirme yolundadır. Nitekim haklar da bir toplum çoğunluğu (“kamuoyu” değil) “adil” bir mekanizma sonucu onları tanıdığı için vardırlar, ve buna inanan herkes fazlasına gerek olmaksızın demokrattır. Tartışma imkanlarının varlığı tabii “açık bir toplumun” gereğidir ve insanlar tartışmalar sonucu vardıkları kanaate göre “adil” mekanizmaya nasıl etki edeceklerini böylece çok daha iyi belirleyebilirler. Fakat devletin kendisi bu tartışmalara sağır olmalıdır, ve onun fiillerini belirleyen tek olgu o “adil” mekanizmanın kendisi olmalıdır. Nispi temsil ve parlamentonun yasa çıkarması mekanizmanın “adil” birer parçasıdır, fakat toplumsal tartışmalara kulak veren bir devletin kamusal alanı o tartışmalara göre şekillendirmesi “adil” olmadığı gibi ve insanların tartışmalara katılmaya mecbur bırakılması ayrıca bir kötülüktür, çünkü bunu talep etmek insanlara vatandaşlıkları ölçüsünde değil, “tartışmalara katıldıkları ölçüde” değer biçmektir. Toplumda değer ifade etmenin belirtisi “tartışmalara katılmak” olduğu andan itibaren, siyasallaşmak ve talepleri ifade etmek bir yarış haline gelir ve ülkenin demokratikliği devletin tartışmalara kulak kabartmasınin sıklıgıyla olculur olur. Iktidarin her icraatinin muhalifleri “Kamuoyunda konunun yeterince tartisilmamis olmasindan” dem vurmaya baslarlar (ve politize gruplar genelde kamuoyunda ne kadar tartisilirsa tartisilsin, yasa kendi istedikleri sekilde cikmadigi takdirde fikirlerinin yeterince alinmadigini dusunmeye egilimlidirler, buna “mokoko süreci” de denebilir.) ve meşruiyetin ölçüsü halkın verdiği oylar olmaktan çıkıp “kamuoyu konsensüsü”’ne doğru dönüşmeye başlar. Bu da demokratik bir gelişim yönü değildir, çünkü kamuoyu siyasallaşmış bireylerce oluşturulur, oysa devlet herkesin devletidir ve insanların gitgide köşeye atılmamak için dernek kurmak ve çıkarlarını savunmak gibi bir zorunlulukları olmamalıdır. Ağlamayan çocuğa meme vermiyor olabilirler, ama devlet anamız degil, borclumuzdur.
Bu söylediklerim kendi fantezilerim falan değil, beni hasta eden meslek odası başkanları TV’de her konuştuğunda sözümün onlarınkinden değersiz olmasından rahatsız oluyorum ben, KaDer kadınlar için her yasal kontenjan zorunluluğu istediğinde de. Secimle gelmiş birisinin bunları karşısına alıp “Sizleri oylarınız dışında kaale almıyoruz, gidin şimdi istediğiniz kadar tepinin.” demesini bekliyorum kendisine oy vermek için. Ben düzgün bir rejim istiyorum, “sadece vatandaş” olduğum için, “sadece birey” olduğum için bana saygı gösteren, ve bana sadık, haklarımı kadim birer değer gibi benim durmadan hatırlatmama gerek kalmaksızın kendiliğinden koruyan, dernek kurmasam da konuşmasam da bunları yapanları benden fazla önemsemeyen. Toplanıp kapısına dayananlardan çok dayanmayanları hesaba katan. Böyle düşünen birisi olarak kamusallığın devlet dışında bir yerlerde üretiliyor olabileceği gibi bir iddiaya, yani “dernek toplumuna” elbette karşıyım, elbette “Sonuçta devlet nasıl bir uygulama yapacak yani?” sorusunu soracağım, çünkü muhatabım o, başkası değil. Buna kimisi liberteryenlik de diyebilir, demokrat olmamak da, bilgece bakmamak, tutarlılik takıntısı da. Buna ne isim verildiği “adil”e ilişkin bakış açımı ve duygularımı değiştirmeyecek. Çünkü eğer liberal demokrasi her şeyden önce insan toplumunun “bireye dayalı” olarak algılanması ise, bunların böyle olması gerekir, velev ki hükümet iktidara geldiginde o yıllarda toplumun alt tabakalarına düşmüş insanlara maddi yardımlar yapsın veya yapmasın. Önemli olan icraatlarını toplumun tümünün temsilcisi olarak, toplumun güveninden doğan meşruiyetle ve bizzat kendisinin isteğiyle ve ilkeleri doğrultusunda yapmasıdir.
Mahçupyan’ın düşünceleri konusunda bu kanaate yeni ulaşmadım, kendisi seneler önce LDP’ye konferansa geldiğinde kalkıp “Etnik, siyasi irki, dini veya başka tercihleriyle ilgili sorunlarının dinlenmesi için siyasal tartışmalar başlatan bireylerin veya birey gruplarının devlet tarafından dikkate alınmasının “demokratlık ve doğruluk” olarak nitelenmesi durumunda, evinde patlamış mısır yiyip futbol seyreden ve herhangi bir siyasal sorunu olmayan bireyin durumunun ne olacağını, bu durumda sırf “sıradan” olmaktan kaynaklanan bir mağduriyet hatta kaynak transferi (mesela eşcinsellere ya da zencilere pozitif bir ayırımcılık sonucu ev kiralama konusunda devletçe sağlanan kolaylıklar gibi) yaşanmasının haklı olup olmadığını” sormuştum. Mahçupyan da bu soruyu “tabi, bakın işte bu da tartışılmalı” gibi bir lafla geçiştirmişti. Birkaç hafta önce de gene bir ev sohbetinde Mahçupyan’ın birbirini soyutlama dışında bir noktaya varmayan bir düşünceler dizisinin bir örneğini vermiştim, ve örneği anlamayan insanlarca “bağcı dövme” suçundan mahkum edilmiştim. İnsanlara isimler saymak ve genel püritenizm eleştirileri yapmak yerine klasik liberalizmi eleştirme konusunda “sadede gelme” yazılarını yazma sebebim ortada eleştiri değil yalnızca düz bir soyutlama olduğunu düşünmemdi, ve fakat bunun ancak sadede ve noktasal sorunlara gelindiğinde anlaşılabileceğini varsayıyordum. Israrla gelinmeyince bu yazıyı böylece yazmak bir zorunluluk oldu. Gelemeyenler ve de kabak kafalı Budistler utansın.
Liberalizmin neden meta ideoloji olmadığı konusunda bilmiyorum yazmama gerek var mı, eğer amaçladığım gibi tutarlı bir şey yazdıysam neden liberalizmin bir ideoloji olduğunu düşündüğüm de bunlardan çıkarılabilir. İfade gücüme yönelik iyimser bir temenniyle bunu tekrar açıklamıyorum. Meta-ideoloji sıfatını hakeden şey, eğer varsa böyle bir sıfat- bizzat demokrasi olabilir belki, çünkü ” kafa sayısı” nesnelliğini herkesin olmasa bile hemen hemen herkesin kabul edeceği bir kriter.

0 Yorumlarz:

Yorum Gönder

<< Home