Liberal Konsey

10.30.2005

Bir yolculuk...

Şimdi Ahmet'in ilk tespiti çok isabetli...Sadece liberaller arasında değil,genel olarak günümüz entelektüel ortamında "Kim nereye kulak kesilmişse,ötekine sağır" durumu mevzubahis...eko-liberaller yahut tam tersi olgusu bu durumla ilgili...Hatta,bu dar ihtisas alanlarına kadar iniyor ve her yazar topu kendi sahasına almak istiyor,fikir olarak da o bağlam öne çıkıyor...Aslında bu belki de klasik anlamıyla "entelektüel"in bitişine de işaret ediyor olabilir...Bu konu 40'lardan itibarende epey yazıldı,mütehassıs-profesyonel egemenliği ortaya çıkıyor ve bu "uzman"lar varlığın bütünlüğünü idrak etmeye çalışmak,ve bu çabadan hareketle ilgilerinin tebarüz ettiği alanı o bağlama oturtmak derdinde değiller...herkesin belli alanlar daha ilgisini çeker ve haliyle,doğal olarak zaten bi "spesifikasyon" olur...Fakat o kişi sahici bir entelektüel süreç içinde birçok alana da uğrar,o alanı tanır,o alandaki kimi uzmanları daha önemser falan...Bugün,bu da kalkıyor sonuç-merkezli bir hedeften hareketle yapay-zorlama bir bilgilenim süreci ve "uzmanlar" ortaya çıkıyor...Ve elbette bu kişiler güç ve iktidar sahipleri tarafından çok rahat istihdam ediliyor,bundan da gocunmuyor,bilgisini uzmanlığını satıyor onlar çünkü...o bilgiyle kimin ne yaptığı onları ilgilendirmiyor...

Akademisyenler için de aynısı olabiliyor,kendi alanını mutlaklaştırıyor adam falan...Öbür alandan biri konuşurken dinlemiyor bile,bunu kongrelerde görüyorum çoğu zaman,yani bizim şu çabalarımız bile saçma o zihniyet için...Burada bu tip akademisyenleri yahut aydınları diyelim,belki önceden suçluyordum ama sonradan gördüm ki aslında suçlu değil kurbanlar...İzmir körfezinde kefal balıkları vardır,körfez kirlidir biliyosunuz ama o kefaller bunu bilmezler kefal kefal yüzerler...Körfeze dışarıdan bakabilen,onu diğer denizlerle mukayese eden bizler o deniz ortamının kirli olduğunu biliriz,ve o kefalleri de yemeyiz...O kefaller de o kirlilikte muhtemelen normalden epey erken ölürler...Birçok açıdan günümüz insanı olan bizler bu balıklar gibiyiz...insanlar...Kendi iradesi dışında bir şekilde oluşmuş bir toplumsal-zihinsel atmosfer içinde yaşıyor...Bunun içine doğduğu için bunu normal sayıyor,kefallerin kimyevi artıkları normal sayıp afiyetle yediği gibi,birsürü herze'yi normal sayıp yiyor,ona sunulduğu şeylerle konuşuyor,düşünüyor...dediğim gibidir nevi mahkum,bir kurban bir zavallı yaratık...Gerek sol gerekse maneviyatçı(bunların başını da müslüman düşünürler çekiyor)kanattan gelen kapitalizm eleştirileri hep bu bağlamda aslında...başarı-merkezli ve sonuç-merkezli bir algılama herkesin zihnine girmiş,sabah 8 akşam 8 iş köleliği "normal" "who made most money?" sorusunda hiçbir etik sakınca yok,normal...ilişkiler de bu bağlamda kuruluyor,buna uymam lazım "bana kız vermezler" diyen gençler bu bağlamda konuşuyor,oysa o şekilde "alacağı kız" gerçekten "kız" mı olacak,o ilişki tipi "aşk" mı olacak o kurum,kutsanmış anlamıyla "evlilik" mi olacak...Bunlar düşünülmüyor tabi,tıpkı kefallerin nasıl bir denizdeyiz,yaşadığımız balık hayatı tabii ve sıhhatli midir? diye düşünmediği gibi...Haliyle bir nebze orta ve üstü sınıflardan gelen batılı kamuoyu bunları bir süre sonra karşısında buluyor bir nevi "manevi bunalım" belki bir çıkmaz...Bu konuda karşısına kabaca iki alternatif çıkıyor...Bir,suçun kapitalizm denen köleleştirici ekonomik düzende olduğu,"başka bir dünya mümkün" deyip mücadele edilmesi gerektiği yada bu materyalist modern dünyanın bizi krize sürüklediği bu krizi "maneviyat"la aşabileceğimiz seçeneği...Bu tescilli şarlatan mistik guruların gruplarından,çeşitli uzakdoğu dinleri gruplarından sufi tarikatlara kadar uzanıyor...Daha temelli ve akademik olarak ciddiye alınabilecek isimlerde var tabii...Özellikle "sophia perennis" anlayışını temel alarak bir tip kutsal merkezli dünya tasavvurunu yeniden canlandırma çabasında dini düşünürler var...Bu ekolun-akımın çıktığı yerde batı dünyası...Rene Guenon'la başlamış bu ekol Schuon,Lings,Northbourne,Burckthardt,Weiss,Eaton v.b batılı alim ve düşünürlerle devam etmiş...İşin şaşırtıcı tarafı özellikle ekolün başlangıç dinamikleri Guenon ve Schuon dinler tarihindeki felsefi yolculuklarına hristiyanlıkla başlamışlar,biri doğu dinleriyle öbürü animist-indian dinleriyle devam etmiş ikisi de o alanda "uzman" kabul edilmişler ve iki düşünürde yolculuğun kutsal vahyin en mütekamil ve en muhtasar şekli olarak gördükleri islam dininde bitirmişler...Schuon'un meşhur kitabı "transcendence unity of religions" ve "Bu aşkın birliğin merkezinde de bugün İslam bulunmaktadır,kutsal hikmetin peşindeki her birey için islam bütünleştirici bir şemsiyedir" diyor Schuon...Yani aslında paradoksal biçimde ahmet'in dediğinin tersi iki alim-müteffekkir de hayatlarının büyük kısmında başka dinlerin kozmolojisi ve teolojisiyle uğraşmış,o alanda birinci derecede uzman olmuş ve "o alanı kayırmak" gibi çok gördüğümüz modern hastalık yerine başka bir ortak noktada buluşmuşlar...Ezeli himetin son ve en mükemmel tecelligahı olarak islam...Bende fikri-felsefi yolculuğumda bu ekol düşünürlerinden çok şeyler öğreniyorum,ama bir benimseyişim yok,bir kaynak,bir pınar olarak her entelektüelin uğrayacağı/uğraması gereken bir durak olduğunu düşünüyorum...Modernizme karşı yada yaşadığımız cari dünyaya karşı en kendi içinde tutarlı ve soylu alternatif bu anlayıştır bence de...Ama modern bakış bizi hapsettiği kadarda imkan sunuyor tüm esaretleri yıkmamız için,benim kanaatim bu...İslam,nasıl başlangıcı Lao-Tse'ye kadar götürülecek bir hikmet pınarının en kamil,zirve noktasıysa...Laik-modern bir zihinsel duruş da onun da üzerinde yeralan,tüm dinlerden istifade eden ama kendini onlarla sınırlamayan bir duruş olarak değerlidir...Peki günümüz laik-seküler zihni böyle mi? Elbette değil...Aksine bizleri kefal yapan bir kölelik odağı...haliyle cari ekonomik düzende bu zihniyet zemini üzerine kendini bina ediyor...Ve evet o bina,dünya nüfusunun kahir ekseriyetinin şikayet ettiği gibi çürük-çarık problemli bir bina,bir hapishane...Günümüz solu,"başka bina mümkün" diyor,haklı ve soylu sebeblerle cari düzene isyan eden birsürü beyni iğdiş ediyor.O beyinlerin çoğu sonra o nefret ettikleri binanın(hapishanenin) köleleri oluyor,hatta gardiyanları...Ben yaşadığımız dünyanın toplumsal-zihinsel atmosfer olarak birçok açıdan daha pespayeleşmesinde bu "solculuk"un sosyalizmin çok payı olduğunu düşünüyorum...Hatta bazen espiri yaparım,Sol-sosyalizm egemen güçler tarafından haklı muhalefeti pasifize etmek için çıkarılmış bir afyondur..diye...Birçok solcu arkadaşımı-üzüm yeme derdinde olanları tabii-düşündürtmüştür bu espirili analoji...Temelle ilgilenmeyen binayla,boyayla ilgilenen ve bizi mevcut binaya daha da mahkum eden,bizleri soysuz bir nihilizme ve hedonizme teslim eden çaresiz-zavallı bir anlam dünyası yaratıyor sol...

Bu açıdan bakıldığında liberaller cari iktisadi düzenin niye müdafii olsunlar?Mesela mülkiyet-mübadele ve piyasaysa bunlar bir nevi ezeli kavramlar...Aydınlanma-öncesi de vardı,zaten kapitalizm bazı liberaller tarafından Adem'e kadar götürülüyor..Bu tabii "kapitalizm" teriminin sosyal bilimlerde ve iktisatta algılandığı genel akademik tanımla zıt...Çünkü kapitalizm belli bir zihniyet,belli bir rasyonelite anlayışı ve belli bir toplumsal-tarihsel atmosferle alakalı birşey olarak kavranıyor...Her ne kadar mülkiyet,mübadele ve piyasa kavramlarının ahlaki öneminin savunulması temelinde çok kadim bir kavram olarak ifade edilse de kapitalizm,aynı kişiler şunu da diyebiliyor "Osmanlıda sanayi devrimi olmadı,büyük firmalar oluşmadı falan" yada dükkanına gelen adama "yan dükkana git" diyen kişiye kapitalist demiyoruz vay işte ilkel zihniyetli adam falan...E bu örnekte mülkiyet var,mübadele var,piyasa var..devletçi bişey yok!!! adam özgürlüğünü kullanıyor,ama kapitalist olmuyor...Lüzumsuz kavram tartışmasına bu sitede gerek yok...Sonuçta biz özgürlüğü beşeri olarak en temel değer gören kişileriz ve o bağlamda 1.özel mülkiyet hakkı 2.mübadele özgürlüğü 3.serbest piyasa..adlı değer ve kavramları savunuyoruz...Bunlar bir beşeri değer olarak özgürlüğün "iktisadi hayat" anlamında olmazsa olmaz çerçeveleridir...Aksi arayışlar yani planlama,devletçilik v.s "özgürlük" değer ve idealinin zeminini yokeden sonuçlar doğurmaktadır,ve elbette liberaller buna şiddetle karşıdır...Ama "kalkınmalıyız,sanayileşmeliyiz,kar maksimizasyonuna dayalı rasyonel şirketler olmalı" falan demek bence "liberalizm"i aşan önermelerdir...Off-liberal konulardır ve öznel kanaatimi söylüyorum ki böyle bir zihniyet yapısıyla hayatı ve ekonomiyi kavrayan bir kişi etik-politik olarak liberal de olamaz,asla olamaz...devletçi-planlamacı olup özgürlükçü ve demokrat olunamayacağı gibi...Zemini çürütüp üzerine sağlam bina inşa edilmez...Dolayısıyla böyle bi kalkınma-merkezli,sonuç-merkezli,çıkar(kar)-merkezli hayat tasavvurundan liberal insan tipi çıkamaz...Benim kanaatim budur...Yani bugün insanların "kapitalist" dendiğinde akla gelen insan tipi-ki piyasada çalışan arkadaşlar bu tipi bilirler-zaten liberal olamaz...Farklı kaygılardan ötürü yüzeysel bir "fikir benzeşmesi" olur o kadar...Ali Atıf Bir de özelleştirmeden,serbest piyasadan,globalleşmeden yana "liberalim" diyor,popüler bir örnek...Atıf bir'in bu anlamda kapitalizme esir olmuş zihniyeti otomatikman onu birsürü konuda anti-liberal yapıyor...Bu doğal sonuç...metazori...Bir sürü işadamının,reklamcının v.s'nin liberal olamayacağı gibi...

Liberalizm şüphesiz özünde politik bir teoridir...ama şüphesiz bu politik teori belli bir varlık tanımına(ontolojiye) bilgi tanımına(epistemolojiye) dayanır ona bağlı olarak etik boyutu vardır politik boyutu vardır,politik boyutunun mütemmim cüzü ekonomik boyutu vardır...Ve bir de hep ihmal edilmiş ontolojik-epistemolojik temelden yükselen estetik boyutu vardır...Politik bir ideoloji olarak liberalizm çok rafinedir,yıllar içinde rafine edilmiştir,dolayısıyla daha öne çıkmıştır..keza ekonomik boyutu da...ama bu politik-ekonomik yaklaşım elbette bir temelden yükselir...Ama "uzmanlaşma"nın tanrı olduğu sapkın dünyamızda böyle geniş bağlamlarla kavramları,olguları,değerleri algılamaya çalışmak güç oluyor...

Varlığın bütünlüğü ilkesine inanıyorum...Bir din müntesibi olmamama rağmen,bu kadim ilkenin doğruluğuna inancım tam...Aydınlanma-sonrası düşünce adım adım bu algılamayı kırmıştır ve sosyal hayatta,sanatta,yaşadığımız mekanlarda heryerde bu sapkınlıkla mücadele etmek zorunda kalıyoruz...Sapkın bir zihin ortamına doğuyoruz,kefaller gibi...Hele herhangi bir dinin müntesipleri ve özel olarak islam için bu(varlığın bütünlüğü ilkesi) en temel inançtır-dogmadır...Müslümanlar hayata bakarken bu ilkeyi hiç akıllarında çıkarmamakla yükümlüdürler...Peki bu temel ilkeye inanç ile sonuç ne olur?

Hiçbirşey bununla bitmez,aksine bu bir perspektif kazancıdır ve bu kazançtan hareketle bir yolculuk başlar,bir keşif süreci...Ve şüphesiz önümüzde uzun bir yol vardır,sonunu kestiremediğimiz...Tıpkı kirli bir denizde yüzdüğünü anlayan kefalin yolculuğa çıkması gibi...Elbet aşama aşama daha temiz sulara ulaşılacaktır...Bütünüyle temiz bir denize varılabilir mi? Bilemeyiz...Ama hele bir yola çıkalım da...Sonrası allah kerim...

0 Yorumlarz:

Yorum Gönder

<< Home