Liberal Konsey

10.12.2005

uzun uzun yazilar-dokuluyor yapraklar

Hayatta öğrendiğim en değerli bilgilerden biri, bir bilginin ifade edilememesinin altında yatan en önemli sebebin, onun, anlatan kişi tarafından yeterince bilinmemesi olduğudur. Bundan ötürüdür ki sözlü olanlar yerine yazılı tartışmalara daha fazla itibar ediyorum. Çünkü sözlü tartışmalarda insanlar bir çok zaman, kafalarında hasbelkader belirmiş bir imgeyi art arda değişik kelimelerle tekrarlayınca karşıdakine kendiğinden bir şeyler çağrışacağını zannediyorlar, oradan o çağrışımın çıkmayabileceğini ifade etmeye kalkışan birisinin ise verdigi karsi ornekler anlasilamayinca kisi Mauppassant'ın sicim hikayesindeki adamcagiza dönüşebiliyor.
Bir isim bulmak gerekirse bu duruma "çalçene kız arkadaş sendromu" adı verilebilir: Aralarındaki sorunu erkeğe anlatmak için söze başlayan kız, erkek arkadaşı her "yani şunu mu demek istiyorsun" diye mantıklı bir empati kurma çabası sarfettiğinde "hayır, gene anlamıyorsun..." diye tekrar başlıyorsa bilin ki orada gerçekten de somut, ifade edilebilir bir sorun yoktur, asıl sorun duyguların değişmesini itiraf etmekten kaçmaktır, fakat ezelden beri böyle olan kız kısmısı bunu bir sebebe gizlemeye çalışmaktadır.
Bunları niye anlattım: Çünkü bir kaç zamandır maruz kaldığım bir geyiğe artık isyanlardayım: Atilla Yayla hoca üzerinden sürüp giden bu geyiğe göre Yayla kapalı bir mantık işletmekte ve farklı fikirlere açık düşünmemektedir, bu da onu liberalizmin "gerçek özü" olan açık fikirlilikten uzaklaştırmaktadır.
Bu tartışma benim için akıl erdirilebilir olmanın ötesinde. Çünkü liberalizm dediğimde benim anladığım şey “açık fikirlilik” değil.
Eğer liberalizm "açık fikirlilik" ise aynı zamanda hiç bir şeydir. Çünkü mevcut ana akım doğru her yerde mutlak olarak birbirinden farklıdır, ve her yerin liberali de buna muhalefet eden, bu doğrudan farklı doğrulara toleransla yaklaşansa bu işin sonu nereye varır? Çin'de piyasacılar liberal, ABD'de emperyalizm karşıtı barış yanlısı solcular liberal, Türkiye'de Aleviler liberal (Batı basınındaki bir makalede Aleviler için liberal Müslümanlar deniyordu, okudum). Peki Nuray Mert şimdi neci, aynı fikirlerle ABD'de olsaydı kendisine neci denecekti? Ertuğrul Özkök liberal, çünkü her pazar geyik yapıyor. Can Dündar liberal, çünkü diğer solcular sendikal faaliyetlerde ömür tüketirken o banka memuresi fwd'cilar için vıcık vıcık empati ve duygusallık yazıları yazıyor. Orhan Pamuk liberal, çünkü resmi tezin aleyhinde tutum alıyor. Yaşar Nuri liberal, çünkü "evet, öylesi de olur." diyor. Nilüfer Göle liberal, çünkü devlet görüşünü seslendirmiyor, Mine G. Kırıkkanat liberal, çünkü toplumun ezberini bozuyor, ortalama değerlere ve toplumun kendisini “biz” olarak algılamasını sağlayan şeylere saldırıyor.

Nedir bu öyleyse? Liberal "O bilindik şekilde düşünmeyen, yeni tipler" demek olan bir sıfat falan mı? Bir şeyi liberal yapan "nevzuhur" olması mıdır, "azınlıktakileri savunur" olması mıdır, sivil toplumu savunur olması mıdır, kabahati kendinde aramak yoluyla “rasyonel bir insandan beklenmedik” bir tavır sergileyen kisiye mi denir? "Bu konuda daha liberal düşünmelisin." ya da "Bu kadar katı olmamalısın" dediğimizde cümlelerden kendi başına anlaşılan bir şey var mı, veya ne o şey varsa?

Bu soruya bir cevap vermeyip de "Atilla Yayla neden hala sosyalizme giydiriyor?" çeşitlemesi yapmanın anlamı yok. Çünkü

1. Eğer "liberal" yukarıda anlatılan fazlasıyla geniş, ve hatta muğlak çerçevenin adıysa zaten Memik dede ile Eftelya hariç liberal olmanin karşısında kimse yoktur.
2. Yok eğer liberalliğin bağıl bir konum biçiminde tanımlanması çerçeveyi çok genişletiyorsa, asıl dar çerçeve nedir veya onu doğrudan savunan birisi niye sirf boyle yaptigi icin liberal tanimindan ayrilmis oluyor?

Bence yerinde olan Yayla’nin savundugu seyin klasik liberalizm olarak adlandirilmasi ve bu anlamda kendisine liberal denmesi de dogru. Yaygin kullanimda ise “liberal olmak” ve “liberalizmi savunmak” farkli anlamlarda yerlesik. “Su adam konuya daha liberal bakiyor” dendiginde aslinda “su adam bu konuda liberalizmi savunuyor.” cumlesi kast edilmiyor. Sadece adamin o konuda genel gecer gorusten farkli, daha az siniflandirilabilir ve daha olumlu-makul dusundugu kast ediliyor. Bu ikisi ayni seymis gibi yapmayalim bi zahmet. Yoksa iste Yasar Nuri’nin “liberal din adami” Murat Belge’nin “liberal solcu” diye nitelenebildigi fakat Yayla’nin liberal diye nitelenemedigi sacma kavramlastirmalarin icerisinde buluyoruz kendimizi; Bİ Zahmet. Ve de Ahmet hatta. (Hürmetler Perihan hanım)

Gelelim Atilla Yaylanin fundamentalizmi bahsine, (ömrümüzü yedin bitirdin ve de tükettin bu bahisle Ozan, ömrümüzü): Ölü bir adami tekrar tekrar kaldirip dövme tutkusunun özel bir adi var mi acaba, bunu bilemeyecegim. Ama varsa herhalde durmadan sosyalizm sayilari yapan külliyat dergilerimiz bu adi hak etmiyor degil gercekten. Gene de bu konuya “anlayisli” yaklaşmak lazım. Çünkü her ne kadar Türkiye’de genel bir “zihin aciklasmasi” yaşanıyor da olsa akademikler arasında ve öğrencilerde, yani üniversite çevrelerinde sosyalizm çok geçer akçe. Bu hava özel üniversitelerde yok, ama devlet üniversitelerinde çok bariz. Biraz belki buna vermek lazım, muhatap olduğunuz çevrede öğrenciler durmadan sizle bunu tartışıyorsa, ders aralarında karşılaştığınız hocalar arasında sosyalistler varsa, her yer afiş poster dolup taşıyorsa, kendinize rakip rol modeli olarak seçebileceğiniz örnekler hep solcular, ya da liboşlaşmış solcularsa (Birikim vs) özel olarak liberalizme ilgi duyanlar dönme solcularsa, ve bu böyle sonsuza giderken liberalizm sosyalizmin anti tezi olarak yorumlanagelmişse ve tüm eski solcu gazete yazarlari bu yüzden size saldiriyorsa çok da fazla bir şey beklememek lazım.
Kimimiz sosyalistlere degil Ermeni meselesine odaklanmış, kimimiz Kürt meselesine, ama bunlar AB ile iliskilerimizin gundeme getirdigi sorunlar ve politizasyon gerektiren bu konularda Istanbullu özel üniversiteler cok daha serbest tavir aliyorlar, tartismalar oralarda bulunan akademisyenlerin belirledigi gundemler ve buyuk gazetelerde yayinladiklari yazilar uzerine olusuyor. Bilgi veya Sabanci bu konuda daha kurumsallasmis ve buyuk olan Bogazici’ne bile nal toplatiyor.
Bundan oturu devlet universiteleri ile bir farklilasma durumu var. Oralarda dogal olarak tartisma ve siyasete katki daha geleneksel mucadeleler etrafinda donuyor. İTÜ’yü ben hatırlıyorum, Bilim ve Ütopyacı kardeşlerimiz seminer üstüne seminer verirlerdi, danışman hocalarıyla da birlikte tabii ve hala da öyledirler, ve ne zaman okula yolum düşse, tarihte bir 30 yıl geriye, sosyalizm tartışmalarının ortasına dönmüş gibi oluyorum bu yüzden. Kendi liberalizm algılamam da o dönem tamamen o yöndeydi, mezun olduğum dönemden itibaren değişti, şimdi daha rahat görüyorum. Bogazici’ne arkadaslarimi ziyarete gitmistim bir seferinde, laf arasinda hemen Bogazici’ne ozgu solcular olan “alancilar” diye bir grubun ismi gecti. Orada alancilar ve onlarin temsil ettigi haliyle sosyalizm ile öbür sosyalizm türleri, şu kantinde sucuklu tost yapilmasi, digerinde sadece kasarli yapilmasi kadar gündelik bir olgu. Peki disari cikinca var mi oyle bir grup? Peki ya hep icerdeyseniz?
Üniversite ortaminin ve her üniversitenin kendine özgü bir gündemi, gruplari, dedikodulari, ayri siyasi goruslere ozgu kantinleri, mekanlari, fakulteleri, ogrenci kulupleri vs vardir ve sosyalistlerin varligi bu ortamda oldukca agirlikli bir yer tutar. Devlet universitelerinde bu boyledir ve özelleştirmeyi özel olarak savunan bir liberteryen iseniz karsiniza cikacak mücadele hep aynidir. Bu asilmasi gereken bir olgu gibi de gorunmez size, cunku bizzat tartisma halinde oldugunuz insanlardir sozkonusu olan. Sosyalizmin ölmüş oldugu yanlis veya en azindan yetersiz bir bakis acisi degil. Antisemitizm de öldü diyoruz, Kızılelma’ya gülüyoruz, globalleştik, her şey değişti diyoruz. Sonra bir bakıyoruz, AB üç kuruş burnumuzu sürtünce Türkiye’de bazıları 105 ayrı yerde (evet, yanlış duymadınız) şube açan ayrı ayrı bir sürü Kuvayi milliye dernekleri kuruluyor pitrak gibi. Adamlar Atatürk’ten sonraki bütün uluslararası anlaşmaları yırtacağız ve özelleştirilmiş her şeye el koyacağız diyorlar. Bir cok solcu gruplar da bu yonde birlesiyor eylem yapmaya basliyor. O yüzden hepimiz aynı dünyada (ve universitelerde) yaşamıyoruz. Biraz boyle bakmak lazim belki sosyalizm sayilarina.
Ikincisi bir kisi gercekten sosyalizmi dunyanin en buyuk sorunu olarak görüyor olabilir. Bu görüşte olan yüzlerce kuruluş ve yayın var dünyanın her yerinde, bunlara klasik liberal, ya da liberteryen deniyor. Birisi diyorsa ki “Ben liberteryenim, görüşüm sosyalizmin berbat bir şey olduğudur, ve benden daha az vergi alınması gerektiğidir; başka bir şey bilmiyorum.” bunu savunabildiği kadar savunsun. “Bu kadar basit değil her şey, olmamalı.” diyebilirsiniz belki, ama klasik liberalizm, ya da liberteryenizm budur, basit bulsaniz da budur, bulmasaniz da. Bundan daha ilimli olma cabasindaki sey artik klasik liberalizm olmaz, normal liberal bir demokrasi olur, refah devleti olur, ya da sosyal demokrasi olur vs. Ve bunlari savunmak isteyen bir kisi de kendisine bu ismi verirdi, klasik liberal degil. “Klasik liberalizm sacmadir, liberteryenizm su acidan yanlistir, ben klasik liberal falan degilim, ya da liberteryen degilim.” demek yerine ille de gene o isimler altinda ama o isme ait olmayan bir dusuncenin savunulmasini talep etmek, ya da kendini “klasik liberal” diye tanimlayan birisinin mesela Atilla Yayla’nin ayni ad altinda daha farkli politikalari da savunmasini istemek, (mesela DT’nin ozellestirilmemesi gibi) sacma bir sey. Klasik liberalizm devletin minimum vergi almasini ve sadece ortak cikarlara hizmet etmesini savunmaksa DT gercekten özelleştirilmelidir bu mantiga gore. “Klasik liberalizm diye bir ideoloji olmamalidir, yanlistir.” demekten cekinip “Klasik liberaller DT’nin özelleştirilmesini savunmamalidir.” demek kulagi tersten gostermek olmuyor mu?
Bir sonraki adimimiz da gidip Azmi Karamahmutoğlu’na milliyetci sevgimizin Kürt ayrilikcilari da kucaklamasi gerektigini anlatmak mi olmali yoksa?

Öte yandan Atilla Yayla’nin yazdiklarinda kapali bir mantik oldugu ve ne söylense geri sektigi gibi cok da hakli olmayan bir elestiri daha yapiliyor. Bu elestiriye iki itiraz mumkun. Ilki son donemde Liberte’den basilan kitaplarin bazilarinin yazar ve isimlerinden anlasilabilir.

Marx’ı anlamak-Jon Elster
Bekir Berat Özipek-Muhafazakarlık
Mehmet Altan- Bürokrasi mi, Burjuvazi mi?
Max Weber- Bürokrasi ve Otorite
Andre Gide- Cinayet Mahkemesi Anıları
Nazlı Ilıcak- Demokrasiyi Beklerken
Murat Belge- Türkiye`nin Hâlleri
Morton Abromovitz- Türkiye’nin Dönüşümü ve Amerikan Politikası
Etyen mahcupyan- İkinci Tanzimat

Ikincisi de su ki, mantik kapali veya kendi icinde tutarli degil bence, ama oyle diyen arkadaslar acik veya tutarsiz noktalara degil zaten kapali ve tutarli olan noktalara saldiriyorlar. Oysa bir takim acik noktalar oldugunu dusunuyorum ben. Ki bunlari da zaman zaman ifade ediyorum. Bir teori kendi varsayimlari ile her konuya bir aciklama getiriyorsa, fakat bu aciklamalar arasinda gerceklerle ortusmeyen noktalar varsa o zaman bu teorinin varsayimlarini sorgulamak gerekir. Varsayimlarini sorgulamak yerine bunu bizim icin mesela Etyen Mahcupyan’in yapmasini beklemek cok anlamsiz, hele de bunu Mahcupyan gibi sadece gozlemsel dogrular ve sofistike bir pragmatizmle yazi yazan birisinden beklemek. Bilmiyorum anlatabildim mi?
Not 1:Atilla İlhan'i fazla tanimazdim, arada gorurdum TV'de. Ama olmeden tam bir iki gun once onun hakkinda iki uc satir yazi yazmak varmis kaderde. Kismet iste.

0 Yorumlarz:

Yorum Gönder

<< Home